ŞİİR, AŞKLA BESLENEN BELÂ

“Deli gönül, abdal gönül” diyen âşıklarımız bu metaforla neleri ifade etmeye çalışıyorlardı, Anadolu halkı gönlünün esrikleşmesinden neleri kastediyordu?

Deli gönül şiirin ta kendisidir. Deli gönül; kuşların musikisi, ağustos böceklerinin delice serenadı, ozanların efkârı, yüreğimizin yası, aklımızın sınırsızlığı fakat elimizin güçsüzlüğü, evrende bir zerrecik olmamızın feryâdı, insanın anlam arayışı, ruh daralması, boşluk duygumuz, hiçliğimiz, delice tutkularımız; “Gam elinden benim zülfü siyahım.”

Şiir aşktır, buna itiraz eden kimse yoktur sanırım. Ve aşk tanrıdır, tanrı ise aşktan başka bir şey olamaz. O halde şiir, tanrısal bir sözdür ve şiir olmadan insan var olamaz. Şiir insan olabilmenin lüksü değil, zorunluluğudur. İnsanlığı şiirden ve aşktan uzaklaştırmak için adeta misyonerler gibi çalışan kişileri ve güçleri hepiniz biliyorsunuz. Şiir onların belâsı ve cehennemidir.

Şiir, kötülüklerin belâsıdır. Kötüler şiiri sevmezler, uygarlık tarihi boyunca otoriteyi temsil edenler kitleleri şiirden uzakta tutmaya çabaladılar. Bu nedenle şairler ile devletler hiçbir zaman anlaşamadılar (Yesenin, Mayakovsky, Yevtuşenko vd). Boyun eğmeyen şairler lanetlendiler, kurşuna dizildiler (Lorca), darağaçlarında asıldılar (Pir Sultan), sürgünlere gönderildiler, hapislerde çürütüldüler (A. Arif, R. Ilgaz, Nazım vd).

Eğer bugün ülkemizde okur kitlesinin ezici çoğunluğu şiire sırtını dönüyor, “anlamadığını, ilgilenmediğini” söylüyorsa, otoritenin çizdiği sınırların dışına çıkamayan zihinlere sahip oluşlarından dolayıdır. Egemen güçler, şiiri bu denli “sakıncalı” görmeselerdi, okur kitlesi ve yayıncılar şairlere karşı bu kadar hoyrat ve nankör olabilirler miydi?

Şairin okuru olmaz, gönüldaşı olur. Binlerce yıldan bu yana şiire gönül verenlere şiir okurları denmedi, gönül adamları dendi. Okur yazarlık nesirde oluyor. Şiir, müzikte olduğu gibi kulak ve hissiyat ister. Okuma yazma bilmeyen ve gözleri görmeyen şairlerin atası Homeros’tan Aşık Veysel’e kadar bu hakikat yaşıyor. Şiir; vahiy gibi gönüle doğan, zihinde ışıyan hakikattir. Yabancılaşmanın şiirini yazanlara “mutantlar” diyorum. Bizden öte yakada dursunlar.

Şiir net bir zihin ister, su gibi berrak, saydam bir ruh ister. Şiiri eskrim ve okçuluğa benzetebiliriz, hedefi vurursun ya da vurulursun. Hedefi net göremiyorsan hamle yapmazsın. Futbolda olduğu gibi “belki, acaba, hay aksi”lere, boş yorumlara yer yoktur. Siyaset futbola benzer, top peşinde koşarsın.

Edebiyat ve felsefe ise dağcılığa benzer, kolaycılığa yüz vermez, dağa aşkla tutunamayanlar çok fena düşebilirler. Dağda piknik yapanları dağcıdan, aşkta “belki” diyenleri âşıktan sayamayız.

Şiir yazarı ile şair farklıdır. Şair, şiirin kölesi ve katibidir, çünkü şiir kendini yazdıracağı şairi seçer ve sen buna itaat edersin. Şairlik seçilmiş kişi olmaktır, kaçamadığın kaderindir, pir elinden dolu içmektir. Tanrıça Euterpe’nin, Orfeus’un, Hermes’in, Dionysos’un el verdiği kişi şairdir. Doğan Hızlan’ın ya da Hilmi Yavuz’un elverdiği kimseler değil.

Tüm ideolojik aygıtları; medyayı, hukuku, siyaseti, sosyolojiyi, psikolojiyi, tarihi, dil bilimi, mühendislik dallarını, iletişim kanallarını yanına almasına rağmen, egemenlerin yalnızca şiire gücü yetmiyor. Şiir, cüceler ülkesinde Gulliver’dir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir